İzmir hallerinden bir gündü. Sonbaharın ıslak serinliğinin yeni başladığı günlerden biri olmalıydı. Basmahane tren garından başlayıp, Çankaya'dan dolanıp Sevgi Yolu'ndan Kıbrıs şehitlerine bağlandığım yolun sonu illaki Alsancak tren garının yaşlı çay ocağında çaylanıp durağa yollanmakla sonlanmıştı. Eskiden Ahmet'le buluşurduk tren garlarının çay ocaklarında. O okuldan yeni atılmış bir sinemacıydı. Sevdiği kıza mektuplar yazıp dershanenin kantininde onu bekleyen biri. Sonra sevgili oldular, Ahmet onu sinemaya davet etmek istiyor ama parası yok, öğretmenlerden gidip para toplardı. Sinemaya sevgili davet etme parası. Ben çay ısmarlardım sadece ve kelimelerin inanılmaz gücünden söz ederdik. Güzel Sanatlar Fakültesine gidip dramaturji sınavları hakkında bilgi almıştık bir zaman. O sınava girdi ve kazandı ama ne yazık ki okuyamadı. Ben ise sınavlara girecek cesareti bulamadım kendimde. Çünkü hayata bağlandığım, benim olan tek nokta yazmaktı. Bu riske atabileceğim ya da bir sı
Edebiyatla oluşur. Okuduğu romanlarıyla büyümüş biri. Telefonu açtığında bilirse arayan dosttur, şiirle selamlayı seven yalnız düşler düşkünü. Kelimelerin büyüsünde dolaşır evreni. Söyleyecek derdi çok, anlatacak hikayesi çok, gördüğünü bildiğini toparlayıp sıra sıra dizecek dünyanın seyir defterine. Hoş geldiniz Fatoş'un dünyasına.